|
||||
MV. BAMBURİ'NİN İNANILMAZ ÖYKÜSÜ
İSTANBUL YOLCULUĞU VE SÜVEYŞ KANALINI GEÇİŞ
Dubai açıklarında demir yerinde geminin karinesini filikalardan raspa ederek temizlemek eğlenceli oluyordu. Bir yandan kıç taraftan balık tutuyor, kuzinede balıkları pişiriyor ve soğuk içkilerle yiyorduk. Diğer yandan filikalara iniyor ve raspa sallıyorduk. Böyle bir karine temizlenmesini denizcilikte bir daha duymadım. Başarısı da büyük olmuştu. Gemi en kötü şartlarda 10 mil sürat yapacaktı.
25 Eylül Pazar günü öğle vakti sıcaklığın 45 dereceye ulaştığı durgun bir havada raspa işimizi bitirdik. Saat 17.00'de demir alarak Dubai'den hareket ettik. Denizcilikte moralleri düzelten en önemli iki olay gerçekleşiyordu. Birincisi artık eve dönüyorduk !İkincisi et, taze sebze ve meyva ve içeceklerle donatılan menülerimiz vardı. Eski denizcilerden biri şöyle söylermiş : "Denizcinin tek lüksü vardır, o da midesidir ! " Bu arada canımı ortaya koyarak başardığım Safa'nın Irak'tan kaçırılışını sonuçlandırmıştım. Ama Safa o kadar büyük gerilim ve korku içindeydi ki, hala kendine gelememişti. Bu korku Süveyş kanalını geçene kadar kaybolmadı. Saddam'ın ardından bir savaş gemisi göndereceğini ve onu yakalayacağını düşünüyordu. Diktatör yönetiminin insanın ruhunu bile tutsak yaptığını ve aklını onun kontrolünden çekip aldığını bu olayda görmüştüm !
Süveyş kanalına girişte Safa ve Cafer Bamburi'nin davlumbazında
Bamburi ile yaptığımız Basra-İstanbul seferinin en renkli kişilerinden bir tanesi de Cafer Karahasan adlı Metin'in bir arkadaşıydı. Cafer "Karahasan" adıyla bilinen dört kardeşin yönettiği denizcilik firmasının üçüncü kuşağıydı. Daha önce Karahasan denizcilik ile karşılıklı yerleşik bir şirkette çalışmıştım. Cafer'in babasını ve amcalarını çok iyi tanıyordum. Cafer'in eşi ile Metin'in 3.eşi tanışıyormuş. Ailecek görüşürken Cafer'in başına şirketlerinde bazı sorunlar gelmiş, olaylar sonucunda şirketten ayrılmıştı. Metin de ona yardımcı olurum düşüncesiyle beraber bu iş için Basra'ya getirmişti. Cafer pozitif bir insandı ama hayatındaki bu ani değişiklikler onu çok rahatsız etmişti. Safa ile yakın arkadaş olmuşlardı. İkisi de hayatlarının zor bir döneminden geçiyorlardı ve bu onlari birbirlerine yaklaştırmıştı.
Kızıldeniz'de giderek kuzey enlemlere yaklaşıyorduk ve hava serinliyordu. Makinede bir sorun yoktu. Şimdi kanalı elimizde geçerli bir döküman olmadan nasıl geçeceğimizi düşünür olmuştuk. Davlumbazın arka tarafında kalan geniş bir güverte vardı. Basra'dan beri güverteye yerleştirdiğimiz yataklarda yatıyorduk. Hava serinlemeye başlayınca Metin armatör (owners) kamarasına geçmişti. Seyir güvenliği için ben güvertedeki karyolamda yatmaya devam ettim. Vardiyaları üçe bölmüştük. Cafer ve Safa vardiya tutuyordu. Ben de hem vardiya tutuyor hem de onların vardiyalarında pruvaya yakın bir ışık gördüklerine uyandırılıp göreve geliyordum. Bir kaç kez yolumuz devriye gezen Amerikan savaş gemileri tarafından kesildi ama bizi rahatsız etmediler.
2 Ekim Pazar akşamı Aden açıklarından geçiyorduk. İhsan Kalkavan'ın gemilerinden birinin çağrı işaretlerini vererek Aden radyo ile telefon bağlantıları gerçekleştirdik. Uzun zamandan beri ilk kez evimle görüşüyordum. Safa'nın eşi benim eşimin teyze kızı oluyordu. İstanbul'dakiler neler olup bittiğini bilmiyordu. Safa'nın ricası üzerine İstanbul'daki eşime neler olup bittiğini anlatmadım. Safa Süveys kanalını geçmeden hala Saddam tarafından tutuklanacağını düşünüyordu ! İstanbul'a tahmini ne zaman varacağımı haber verdim. Tahmini varış zamanı Süveyş kanalını normal geçiş durumuna göre verilmişti. Daha orada başımıza neler geleceğini tahmin edemiyorduk !
3 Ekim Pazartesi sabahı saat 05.40'da "Perim" adasını bordaladık. Uzakdoğu seferlerim sırasında Perim açıklarından geçerken kızımın adına olan benzerliği nedeniyle adayı dürbünle izlerdim. Bomboş bir adaydı ve insanda iki türlü duygusal travma yapardı. Eğer rota uzakdoğu ise evden giderek uzaklaşmak hüzün verirdi. Eğer rota Süveyş'e doğru ise eve dönüş umudu içimizi ısıtırdı. Akdeniz'e çıkmak ve başka bir dünyaya girmek denizci için eve dönmek gibi gelirdi. İşte o sabahın ilk ışıklarında Perim adasını geçerken aynı heyecanı ve sevinç duygusunu hissettim.
SÜVEYŞ DEMİR YERİNE VARIŞ VE FORMALİTELER
9 Ekim pazar sabahı saat 11.00'de Kılavuz yönetiminde Süveys körfezindeki bekleme yerinde demirlemiştik. Saat 13.00'de kanal acentamız Dominion ve Almeria gemideydi. Kanal geçiş parası İstanbul'dan Çakmak Kaptan ve İhsan Kalkavan'ın ortak oldukları denizcilik firmasından ödenmişti. Metin Dubai'den yaptığı telefon görüşmelerinde bunları ayarlamıştı. Kanal geçiş formaliteleri için gemiye gelecek memurlar ile ben görüşecektim. Önce serbest pratika vermek üzere sağlık ekibi gemiye geldi. Kaptan kamarasındaki çalışma masamın üzerinde on karton amerikan sigarası yerleştirmiştim. Kamaraya giren memur önce sigaralara bakıyor ve ardından gelecek diğer memurlara bunlardan kaptırmamak için çok acele ediyordu ! İçlerinden sohpeti uzatıp duranlar olursa bu sefer ben ikaz ediyordum : "Senden sonra gelecekler pay isteyebilirler. Yerinde olsam hemen torbamı doldururum.." diyordum.
Saat 15.00'de gemiye Suez Canal Inspector ekibi geldi. En önemli konu bu adamları ikna etmekti. Bu kez çalışma masamın üzerinde tam 25 karton amerikan sigarası vardı ! Mısır'da genel olarak alkollü içki almazlar ama isteyen olursa vermek üzere kamarada 1 kutu viski vardı. Kanal enspektörleri normal olarak gemi dökümanlarının bulunduğu dosyayı alıp kontrol ederler ve geçerli tarihleri önlerindeki formlara yazarlar. Onlara gemi evraklarını kontrol etme fırsatı vermemek için içinde çeşitli kağıtların yer aldığı bir dosyayı önümde açmıştım. Adamların gözleri masamda istiflenmiş sigaralarda olduğundan dosyamda ne var diye merak bile etmiyorlardı. Her hangi bir sertifikanın alınma ve bitiş tarihi sorulduğundan önümdeki dosyada kağıdı arar gibi yapıyor ve sonra geçerli bir tarih söylüyordum. Demir yerinde gemilere bahşiş almak üzere o kadar çok insan gelir ki, masada dizili kartonlar dolusu sigaraları görmesinler diye memurlar acele ediyorlardı. Onlara yardımcı olmak amacıyla bıraktığım plastik torbalara sigaraları doldurup defalarca teşekkür ederek gemiden ayrılıyorlardı.
Gece Kanal yönetimi bizi VHC ile arayarak kanal geçiş iznini verdi ve konvoy sıramızı bildirdi. 10 Ekim Pazartesi günü saat 03.00'de güverteye iki tane motor yerleştirdiler. Kanal içinde ilerlerken bir sorun olursa motorlar denize indiriliyor ve gemiyi sahile bağlamakta kullanıyorlardı. Bunlardan başka bir de pruvaya kanal projektörü monte ediliyordu. Karanlıkta yol alırken önümüzdeki gemiyi ve sahil şeridini aydınlatmakta kullanıyorduk. Bunları kullanan ve yöneten çeşitli görevlililer, bir şey satmak için tezgah kuran Araplar ve kanal işçileri doluşurdu gemilere. Sanırım Bamburi'nin transit kanal geçişi sırasında aldıkları hediye sigaralar bir rekor oluşturmuştur. Orada 3 büyük kutu sigara dağıtmıştım. Bunların içinde toplam 150 karton sigara vardı. Böylece elimizde geçerli tek sertifika olmadan Süveyş kanalını geçecektik.
10 Ekim Pazartesi sabahı Süveyş kanalına girerken davlumbazda poz veriyorum
Süveyş kanalını geçerken İsmailiya'da kılavuz değiştirdik. Mısırlı kılavuzlar Türk gemilerinde bahşiş niyetine her şey isterler. Sigara, viski, kola gibi meşrubatlar hatta kahvaltılık peynir, kuru kumanya vs gibi. Sorunsuz bir seyir olmasını istediğimden ne isterlerse iki katını veriyorduk ! Eğer başımıza bir olay gelse geminin geçerli bir sertifikası yoktu. Bu nedenle hata yapmadan ve kimseyi incitmeden yolumuzu tamamlamak zorundaydık.
Bamburi Süveyş kanalını konvoy gemileri arasında geçiyor..
10 Ekim akşamı saat 20.00'de Port Said limanı önlerinde güvertedeki motorlar ve projektörü indirdik. Bu sırada gemi ağır yol ilerliyor ve akrobat gibi davranan Mısırlı motorcular teknelerini denize indirip bordamızdan ayrılıyordu. Saat 20.45'de Kılavuz Kaptan (Pilot) gemiden ayrıldı. Saat 22.00'de Fairway şamandırasını geçtik ve Akdeniz'e açıldık. Artık önümüzde İstanbul'a kadar uzanan heyecanlı bir yolculuk vardı. Safa rahatlamıştı. Peşinden savaş gemisi göndereceğini söylediği Saddam ve oğlu Uday'dan kurtulmuştu ! Evinde bekleyen eşi ve çocuğu için kavuşma anını iple çekiyordu. Serüven yaşarken Safa gemiye ve denizciliğe de ısınmıştı. Mükemmel bir meslek olduğunu söylüyordu. Korku yerini umuda ve yaşama sarılmaya bırakmıştı. Ne yapacağını planlıyordu. Tanıdıklarının yardımıyla Türk tabiyetine geçmek için uğraşacaktı. Bir daha Irak'a dönmek lafını ağzına bile almıyordu.
Akdeniz yolculuğu denizciler için farklıdır. Akdeniz'de esen rüzgar bile insana dost gelir. Her şeyden önce 45 derece hava sıcaklığından 20-25 derece hava sıcaklıklarına geçmiştik. Nefes alabiliyor ve yüzümüze çarpan yağmur tanelerinin tadını hissetmek için rüzgardan kaçmıyorduk. Serin hava, yakamozlu deniz sularını yararak ilerleyen Bamburi'nin bile hoşuna gitmişti ! Bize bir sorun çıkartmadan nazlı bir kuğu gibi yolunda ilerliyordu. Önümüzde Çanakkale boğazı vardı ve bundan sonrası İstanbul'du !
İSTANBUL'A VARIŞIMIZ VE SONRAKİ OLAYLAR
Bamburi'nin İstanbul'a varışı ve bundan sonraki olayları okumak için yukarıdaki satırı tıklayınız
|