MV. BAMBURİ'NİN   İNANILMAZ    ÖYKÜSÜ

 

 

SAFA'YI  SADDAM'DAN  VE  IRAK'TAN   KURTARMA  OPERASYONU

 

12 Eylül Pazartesi sabahı Bağdat'a gitmek üzere gemiden ayrıldım. Aslında cumartesi günü Pakistanlı acente memuru beni gemiden alarak müthiş bir sıcak altında Basra otobüs terminaline götürmüştü. Otobüslerin hareket ettiği yerde sadece toz toprak içindeki büyük bir arazi vardı. Aşağıdaki  resimdeki terminal daha sonra yapıldı. Zaten savaştan sonra Basra'da ayakta kalmış tek bina yoktu ve her yer virane halindeydi.

 

 

Basra'da otobüslerin kalktığı meydanın görünüşü

 

Garajdaki manzara beni derin ümitsizliğe düşürmüştü. Bekleyen binlerce Irak askeri vardı. Araziye giren otobüslere saldırıp kapılarından pencerelerinden girmeye çalışıyorlardı. Bazıları da otobüsün tavanında bağdaş kurup oturuyordu. Amerika Vietnam'da kaybederken Saygon'dan kaçmaya çalışan insanları filmlerde izlemiştim. Basra'da korkunç ve aynı etkiyi bırakan bir durum vardı. Bu otobüslerden birine kesin olarak binemezdim ! Acente memuru da durumu anlamıştı ve o da aynı kanıdaydı. Yüzümdeki acı ifadeyi görünce sordu. "Kaptan yanında para var mı ?" Param olduğunu öğrenince bana bir çözüm önerdi : "Bunlar cephelerden evlerine dönen askerler. Basra'da birliklerine  arabalarıyla gelen subaylar da var. Bağdat'a dönen bir subay arabasını bulup gerekli ödemeyi yaparsak rahatça gidersin. Bunların dönüşte uğradıkları bir yer var. Oraya giderek Basra'ya gelmek için de bir araba bulabilirsin."

 

Acenteye ve resmi makamlara Bağdat'ta yaşayan akrabalarımı ziyaret edeceğimi bildirmiştim. Gemiyi İstanbul'a götürmeye karar verince personel gerektiğinden İstanbul'dan 2 gemici daha istemiştik. Bacanaklarımdan biri de askerden ayrılma denizciydi ve liman cüzdanı vardı. İstanbul'dan gelirken cüzdanı yanıma almıştım. Cüzdandaki fotoğrafı Safa'nın resmi ile değiştirip onu bir Türk denizcisi gibi gemiye sokmayı planlamıştım. Basra'dan telefon ederek ablasına pazartesi akşamı Bağdat'ın en ünlü otellerinden biri olan "Al-Rasheed" lobisinde olacağımı haber verdim. Safa'da birliğinden izin alarak Bağdat'a gelecek  ve beni otelin lobisinde bulacaktı. Gerçi savaş bitmiş ve mayın birliğinde ölümü bekleyen Safa havaya uçmamıştı ama Saddam'ın oğlu Uday'ın onu unuttuğunu sanmıyorduk.

 

Bir subay arabası ile Bağdat'a gitmek bana 100 dolara patladı ama çok doğru bir seçim olduğunu yolda anlamıştım. Basra-Bağdat otoyolunda askeri barikatlarda durup askerlere kimlik gösteriliyordu. Arabanın sahibi Iraklı bir binbaşıydı. Kontrol yapan askerler beni soruyordu. O da benim hakkımda bilgi veriyordu. Subay arabasında olmak bir ayrıcalıktı. Sıcak havada klimalı arabada olmak son günlerin unuttuğum bir keyfiydi ! Akşam olup hava kararmış ve Bağdat'ın masallardaki heyecan veren görkemli suiletini ortaya çıkartan ışıklar yanmıştı. Al-Rasheed otelinin girişinde subayın arabasından indim. Doğru lobiye yöneldim. Safa oradaydı ve beni büyük bir heyecanla kucakladı. Önce ünlü bir lokantaya gittik. Kuzu işkembesinden hazırlanmış  özel bir yemek ısmarladı ama beğenmedim ve başka bir yemek istedim. Yemek sırasında onu nasıl Basra'ya götüreceğimi anlattım. Heyecan içindeydi ve korkuyordu ama bunun son şansı olduğunu da biliyordu. Ben bir an önce Basra'ya dönmek istiyordum. Safa sanatkar bir ressam ve yetenekli birisiydi. Saddam ordusuna bir emir vermiş. İran savaşını zaferle tamamladıklarını halka göstermek için bir sergi açılmasını istemiş. Orada sergilenecek eserler içinde beş tane de Safa'nın eseri olacakmış. Bunlardan üçünü tamamlamış ama daha iki tane proje varmış. Eve gidince tamamladığı eserleri gördüm. Geri planda Saddam kocaman vücudu ile elini havaya kaldırmış halkı selamlıyor ve ayaklarının altında yere serilmiş İran askerleri yatıyordu ! Böyle deli saçması bir şey için zaman kaybetmek istemiyordum ama diktatör baskısının halkı nasıl yıldırdığını o gün anladım. Irak'tan kaçmak üzere olan Safa bile verilen görevi yapmak zorunda hissediyordu kendini. Diğer yandan eğer bunları tamamlamazsa birliğinden aranacağını ve bulunamayınca kuşku yaratacağını düşünüyordu.

 

Ertesi akşam bir şeyler atıştırmak için Sheraton otelinin çatı katına çıkmıştık. Karşımızda uzanan ovayı bölen Dicle nehri akıyordu. Dicle'nin diğer tarafında Saddam'ın sarayı varmış.  Saray gözle görülemeyecek kadar uzaktı. Eşi ve çocuğu Bağdat'ta iken yine bu Roof bar'a gelmişler. Eşi çocuğu yanına alarak manzarayı arkasına alıp durmuş. Safa'da kamerasını hazırlayıp onların resmini çekmiş. Birden ne olduğunu anlamadan sivil polisler onu karga tulumba alıp karakola götürmüşler. Kamerasındaki filme el konmuş ve saatlerce sorguya çekilmiş. "Saddam'a suikast hazırlamak için resim çektiğini" ileri sürüyorlarmış. Irak ordusunda albay olan ağabeyi sayesinde serbest kalabilmiş. İşte diktatörlük böyle bir şey demek ki..

 

Çarşamba sabahı Basra'ya doğru yola çıkacaktık. Bacanağın Liman cüzdanına kendi resmini yapıştıran Safa bir de soğuk damga yapmıştı. Gerçekten çok yetenekliydi. Eksik olan iki tabloyu daha bitirip salı günü resmi makamlara teslim etmiş ve bir hafta izin almıştı. İki gece klimalı yatak odasında uyumak ve akşamları güzel lokantalarda yemek yemek de benim lüksüm olmuştu. Zamanımı Safa'nın evinde gündüzleri TV izlemekle geçiriyordum. Çarşamba sabahı Basra'ya dönen subayların arabaları ile paralı müşteri aradıkları meydana gittik. Çok geçmeden bir albaya ait güzel bir araba buldum. Safa Arapça konuşmuyordu. Basra'da bulunan gemimize dönmekte olan iki Türk denizci havasındaydık. Otoyoldaki askeri barikatlarda durunca Safa küçük bir metal kutuda taşıdığı teskin edici haplardan birini ağzına atıyordu. Eğer kontrol sırasında foyamız meydana çıkıp da yakalanmış olsak sonumuz idam mangasının karşısına dikilmek olurdu !

 

Basra'ya akşam üstü vardık. Bindiğimiz aptal taksi şoförü bizi gemi yerine yanlış yere götürdü. Silo girişinde askerler vardı ve umulmadık bir yerde karşılarında iki sivil görünce kuşkulandılar. Aralarında Arapça konuşurken Safa'nın yüzü sapsarı olmuştu. Bana usulca bizi kumandana götürmeyi konuştuklarını fısıldadı. İşler çığırından çıkıyor ve tehlikeli bir durum alıyordu. Bizi kurtaracak bir hamle yapmam gerekiyordu.

 

Geminin bulunduğu yerden askerleri birliğin yerleştiği silonun görünüşü

 

Arabadan aşağı indim. Askerin elindeki liman cüzdanlarını çekerek aldım ve  şoföre İngilizce bağırdım : "Bizi yanlış yere getirdin. Gemi silonun diğer tarafında kaldı.." Öyle kızgın ve öfkeli gözüküyordum ki askerler sesini çıkartamadı. Tekrar arabaya bindim ve şoföre geri gitmesini bağırdım. Oradan kurtulup geminin bulunduğu rıhtıma uzanan yola girdiğimizde Safa bitkin bir sesle ; "Bu gün ölmedimse bir daha ölmem.." diyordu.

 

Geminin bulunduğu rıhtımda Arap bir bekçi vardı. Ona "Hacı Baba "adını takmıştık. Her gün aldığımız buzlardan bir parçada ona veriyorduk. Aramızda iyi bir bağ oluşmuştu. Rıhtıma girerken Safa'yı ilk kez gördüğünden kim olduğunu soracaktı. Bunu pek istemiyordum. İstanbul'dan beklenen gemicilerden biri diyecektim ama gerçekleri geldiğinde başımıza bir iş açılabilirdi.

 

 

Geminin iskele merdiveninde bekleyen Arap bekçi "Hacı Baba"

 

Yıldızlar iyi bir gün gösteriyor olmalıydı. Zira Arap bekçi "Hacı Baba" yerinde değildi. Gemideki az sayıdaki denizciler de makine dairesinde çalıştıklarından bizim girdiğimizi gören tek kişi olmadı. Bu da bulunmaz bir talih zamanıydı ! Safa'yı hemen Kaptan kamarasının bulunduğu koridorun sonunda bulunan gemi hastanesine soktum. Burada iki oda vardı. Safa hemen kamaranın perdelerini sıkıca kapattı. Kimse ortada yokken bir kaç şişe içme suyunu verdim. Artık Zubair limanından ayrılana kadar Safa kimseye görünmeden revirde kalacaktı. Hava çok sıcaktı. Geminin saç güvertesi ateş gibi yanıyordu. Safa'nın kaldığı yer Fin hamamı kadar sıcaktı. Yine de  oradan kafasını bile dışarı çıkartmadan sabırla bekledi. Yemek zamanı aşçımız Mustafa bana bir tepsi içinde günlük karavanayı getiriyordu. Yemeği yedikten sonra aynısından birer tabak daha getirmesini istiyordum. Bir keresinde boş tabakları almak için geldiğinden henüz Safa'nın kaldığı kamaradan getirmemiştim. Yarım saat sonra gelmesini istedim. Aşçı Mustafa aşağıya inince diğer gemicilere şöyle diyormuş : " Bu gemide hayaletler var. Bir tepsi yemeği yiyorlar ama ben daha yüzlerini görmedim.."

 

YOLCULUK   HAZIRLIKLARI

 

Bamburi'yi Basra'dan çıkarttıktan sonra Dubai'ye uğramayı ve oradan yolculuk için gerekli onarımları yaptıktan sonra Süveyş kanalı yolu ile İstanbul'a gitmeyi planlamıştık. Geminin radarı çalışmıyordu. Kum fırtınalarından anten zarar görmüş olmalıydı. Cayro çalışmıyordu. İstanbul'a kadar yolculukta dümen tutacak personel olmadığından otomatik dümenin (otopilot) yapılması gerekiyordu. Ayrıca sıcaktan o kadar zorlanıyorduk ki klimanın çalışmasını sağlamak en önemli konulardan bir tanesiydi.

 

Miyar güvertedeki mıknatıslı pusulayı temizlemiş gerekli kontrolleri yapmıştım. Dubai'ye kadar dümen tutulacak ve mıknatısi pusla kullanılacaktı. Akşam haberlerinde BBC dinliyorduk. Basra körfezi çıkışında yani Şattülarap'ta serseri deniz mayınlarının 200'den fazla olduğu açıklanıyordu. Gerçi Irak otoriteleri bize geçiş için güvenli bir rotasyon olduğunu bildirmişti ama onlara güvenmek nasıl olacaktı ?

 

Savaş yüzünden gemi Zubair'de bağlandığında telsiz aygıtları sökülmüş ve Basra civarındaki bir garnizon kışlasına götürülmüştü. Hareket etmeden önce bunları almamız gerekiyordu. Askeri otoriteler kaptanın gelmesini istemişler. Bir kamyonet ile gemiye gelen acente beni aldı ve yola koyulduk. Savaş bitmişti ama cephe yerli yerindeydi ! Yüzlerce askeri aracın, tank ve topların arasından gidiyorduk. Cepheden dönen kafileler geçiyordu. Savaş bittiği için her askerin yüzü ışıldıyordu. Acenteden çıkarken bir de genç kız gelmişti şoförün yanında. Meğer daha önce gerekli işlemleri yapmak üzere bir kadını daha kışlada bırakmışlar. Telsiz aygıtlarını kamyonetin arkasına yüklediler. Ben şoförün yanına oturdum. Kadınlardan biri yanımdaydı. Diğerine yer olmadığından arkadaşının kucağına oturmak zorunda kalmıştı. Aslında kadının yarısı benim kucağımdaydı ve sıcak tenini hissediyordum. Genç kız bundan rahatsız oluyor ve durmadan benim kucağımdan kendini kurtarmaya çalışıyordu. Durumu gören çok bilmiş şoför dirseği ile beni uyarıyor ve kadını işaret ediyordu. Genç kadının keyfinin kaçtığını görünce iyi İngilizce konuşan şoföre döndüm : "Şu kıza söyle o Müslüman ben de Müslümancım artık rahat olsun.." dedim. Bu sırada askeri kamyonların tıka basa asker yüklü olduğu bir konvoyun yanından geçmeye başladık. Kim bilir kaç zaman kadın yüzü görmemiş askerler bizim halvet halimizi  görünce bağırmaya ve el kol hareketi ile cinsel hareketler yapmaya başladılar. Oradan geçince aralarında Arapça konuşan kadın ve şoför arabanın yönünü bir konaklama yerine çevirdiler. Kadın daha fazla bu yolculuğa tahammül edemeyeceğini söylemiş ve güvenli bir yerde inmek istemiş. Beni bıraktıktan sonra gelip onu alacaklarmış. Bir zamanlar korkunç savaşların yapıldığı, insanların öldüğü ve hala İranlı esirlerin ölümü bekledikleri Basra varoşlarında kucağımda bir Arap kız ile dolaşmam çok şaşırtıcıydı. Kaderin insanı nerelere sürükleyeceği belli olmuyor !

 

Mayın temizleme birliğinde görevli olan Safa cephede bir görev sırasında mayın gömülü yerlerde birbirlerinin palaskasından tutunarak yürüdüklerini anlatmıştı. Bir gece görevinde önünde yürüyenlerden biri havaya uçmuş. Safa'nın palaskasından tuttuğu asker de yere devrilmiş. Safa korku ve heyecandan elinin su içinde kaldığını ve palaska meşin renginin elini boyadığını anlatmıştı. Uzun bir süre yaralanan önündeki erin palaskasını bırakamamış.. Saddam'ın oğlu Uday karşıtları için gerçek bir işkence yöntemi bulmuş olmalı !

 

Geminin ana makinesi test edilmişti. Dümen ve pusla da çalışıyordu. O halde Basra'dan çıkıp gitmek doğru olacaktı. Modern gemilerin nasıl donatıldıklarını filmlerde izliyorsunuz. Geminin tümü neredeyse kompüterler ile yönetiliyor. Oysa sadece bir pusla ile seyir yapılan günler o kadar uzakta değildir. Meslek hayatımda her iki düzeni de gördüm. Basit donanımlı bir gemide ve modern donanımlı ve  kompüterli  gemilerde seyir yaptım. Bu bakımdan benim neslim denizcilikte çağ atlayan bir zamanın denizcileridir.

 

BASRA'DAN  ÇIKIŞ  VE  DUBAİ   YOLCULUĞU

 

Basra'dan hareket ederek Dubai'ye doğru yaptığımız seferi okumak için yukarıdaki satırı tıklayınız.